29 Ekim 2010 Cuma

Baba Nasihati

Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş.
O anlatıyor ben dinliyorum. Tam iş yerinin önüne geldik. Ankara'da Bakanlıklar.
Diyelim ki taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak.

Şoför, para üstü varmı diye aranmaya başladı.
"Üstü kalsın kardeşim." dedim.

Döndü bana doğru;

"Vaktin var mı ağabey ?" dedi.

"Evet" dedim. (tek ayağım hala dışarda)

Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi.
Bana 25 Kr uzattı. Belli ki para bozdurmuş.

"Birader" dedim, "9.75 değil, 10.50 yazsa ister miydin 50 kr benden?"

-Ne alacağım ağabey 50 kuruşu.

-Peki niye gittin 25 kr için o kadar uğraştın. Üstü kalsın demiştim.

Döndü bana, attı kolunu arkaya :

-Vaktin var mı ağabey?

-Var.

-Çek kapıyı o zaman.

Muhabbetçi bir taksici ile karşı karşıyayız.

5 dk. konuştuk. İngiltere'de profesöründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dk.’ da öğrettiklerini,
ingiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler.

Ağabey biz Keçiören'de 5 kardeşiz. Babam rençberdi benim, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir,
o gün iş bulamazsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık. Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize "Durun kalkmayın" derdi. Önce dua ederdik, sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.

"Aha" dedim, "Bizim meslek", seminerci.

- Ne anlatırdı baban?

- Hayatta nasıl başarılı olunur?

O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.

- Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantalonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp; "Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın." diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı, "Babanızla alay etmeyin.
O, hem dürüst, hem de çalışkandır." derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü.
Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz ?

-Ne bıraktı?

-Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : "Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın..." falan filan..
Ağabey aradan 15 yıl geçti.. Diğer 2 kardeş cezaevindeler, ne ev kaldı, ne birahane.. Ailesi dağıldı..

Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören’de taksi durağında birer taksisi var.. Hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var. Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :

"Asıl mirası bizim baba bırakmış."

Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu evimize sokmadık.
Her şeyimiz var Allah'a şükür..

Çok duygulandım, veda ettim. Tam ineceğim :

- Dur ağabey, asıl bomba şimdi.

- Nedir bomban?

- Nerede oturuyoruz biliyor musun? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.

Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız.
Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar..

Ahmet Şerif İzgören’ in kitabından aktarılmıştır.

6 Eylül 2010 Pazartesi

Bir Miting Anısı

Cumartesi gecesi, Ramazan boyunca yaptığım gibi haftasonunu arkadaşlarımla sahur yaparak geçirmek istemekteydim. Fakat yaklaşan Bayram hasebiyle şirkette işler yoğunlaşmış ve pazar günü de dahil olmak üzere iş yerinde mesai yapılacağı bildirildi. Ben pazar sabahı yapılacak sahur için babamdan izin almaya çalışırken, babam önüme iki seçenek sundu:
1- Sahura arkadaşlarının yanına git ama sabah 9'da iş yerinde ol;
2- Yarın Zeytinburnu'na Referandum için Mitinge katıl.

Ben babam fazla zorluk çıkarmasın hemde mutlu olsun diye, sabah 6'da evde olacağımı bile bile; "sabah 9'da işyerindeyim efenim" dedim ve izni alarak arkadaşlarımın yanına doğru gittim.

Ekip harika insanlarla dolu. 8 kişiydik artık pazar sabahı. klasik oynumuz olan "vampir-köylü" yü çevirdik. Biraz kavgalı gürültülü. Sonra sahur için beylerbeyinin üst tarafında harika manzarasıyla yer alan Messt Cafe'ye giderek sahurumuzu yaptık. Açıkcası keşke sahuru yine dilruba'da yapsaydık dediğim oldu. Çünkü daha fazla yiyip daha az hesap ödeyebilirdik.

Sabah 6 sularında eve girdiğimde ben hangi ara kalkıp saat 9'da iş yerinde olacağım stresi vardı üzerimde. Yattım uyudum nasıl olsa babam kaldırır diye. Öyle de oldu. Sabah 8:45 sularında babam uyandırmak için odama gelmişti. Uyandırdı "hadi" dedi. Uykusuzluktan ölüyorum. O an "baba mitinge gitmeye karar verdim." dedim.  Sevindi tamam dedi. Miting 15'te başlayacaktı. Ben 13:30a kadar uyurum dedim alarmımı kurup yattım.

Alarmdan 30 dk.önce kalktığımda yağmurun bir sağanak halinde yağdığını gördüm. "Ohh ulan şimdi ararım babamı yağmur var nasıl gideyim diyerek acıtasyon yaparım baba yüreği kıyamaz, hatta baba şirkete geleyim mi diye de sorarım zaten mesai saati bitimine yaklaşılmış boş ver der bende uyumaya devam ederim.." Çok güzel senaryo yazarım demişmiydim? :) - Şaka değil önemli gazetelerden birinde yazarlık yapan bir abi bana senaryo konusunda sen bu işi yapabilirsin demişti.-
Vel hasıl kelam. Aynı dediğim gibi babamı aradım, kafamda geçen tüm senaryoyu aynen uyguladım ve baba yüreği "peki tamam"a kadar olayı getirdim. Artık sadece telefonun kapanması ve benim yatağa girip uyuma faslım kalmıştı. Fakat babam telefonu kapatmadan önce öldürücü darbeyi vurdu bana. "Oğlum, başbakan bu davanın peşinden koşmak için şehir şehir geziyor; yağmur çamur demeden yorulmadan usanmadan davasını haklı çıkarmak için uğraşırken sen bir yağmuru sebep gösterip gitmeyecekmisin? İstersen hasta ol n'olcak sanki?"ve her zaman dediği gibi sonuna ekledi " Ama yinede sen bilirsin." Telefonu kapattık.

Baba; bu evlat acısı gibi koydu şimdi bana, isterse kıyamet kopsun gitmezsem kendime küfrederim. Hakkaten böyleydi, babam tek bir sözle damardan girdi bana.. 

Hemen yanıma alabileceğim birini bulmaya çalıştım. Benim sadık dostum Ercan ilk tercihimdi. Aradım; durumu anlattım, itiraz etmedi. Nasıl gidebilirizi araştırmaya koyuldu. Akp Ankara genel merkezinden başlayıp yaklaşık 8-9 kısa telefon görüşmesi yaptıktan sonra Beykoz ilçe teşkilatını aramak aklına geldi. Cevap güzeldi. Küçüksu iskeleden Miting alanına 13:30da direk tekne kalkacak yetişin. Haydaa; ben tüm bu olaylar olurken yatağın içindeyim hala. Teknenin kalkmasınada yaklaşık 10 dakka var. Nasıl kalktım, nasıl uykuda sağdan soldan kalkan saçlarımı indiridim inanın bilmiyorum. Tekne iskeleden ayrılırken ulaştık. Biz bindikten sonra yol almaya başladık Zeytinburnu'na doğru.

Yakın zamanda birde Filisting mitingine katılmıştım Levent'te. Hani şu Mavi Marmara olayından sonraki. İnsan ister istemez onlarca kişi arasına girdiği için bir tedirginlik yaşıyor. Malum terör olayları. Levent'teki eylem defazlaca bir güvenlik önlemi alınmamıştı. Kazlıçeşme alanına girerken fotoğraflarda görülen onlarca insan tek tek aranıyor. Ne kadar iyi aranıyor orası tartışılır ama yinede bir güven söz konusu. 

Biz miting alanına girdiğimizde saatlerimiz 15:30'u gösteriyordu. Başbakandan önce kürsüye orda bulunan milletvekilleri ve bakanlar çıktı. Sonra büyük bir coşku içinde Başbakan. Yanılmıyorsam herkesi selamladıktan sonra Fetih Marşından bir kaç kıta okudu ve konuşmasına başladı.

Ben Recep Tayyip Bey'i ilk defa canlı izleme fırsatı buldum. Tv'den belkide aynı konuşmaları çokça dinledim ama canlı olunca insanın hakikaten gözleri doluyor. Bu adam yüreğini koyarak bunu yapıyor. Hangi babayiğit biri bunca tehdit altındayken binlerce kalabalığın karşısına çıkabilir. Tek kurşunluk bir suikastle Allah Korusun herşey bitebilir.

Ama şunu farkettim oraya gelen insanların içinde Başbakana karşı inanılmaz bir sempati var. Hakikaten gönülden seviyorlar. Çok öncesini bilemiyorum ama sanırım Andan Menderes'ten sonra bu denli gönülden sevilen ilk Başbakan..

Baktık miting bitmek üzere teknemize geç kalmamak için erkenden yola çıktık iskeleye doğru. Bizim gibi çok insan vardı geri dönmeye başlayan ta ki "İmralıyla görüştüğümüzü ispatlayamayan Şerrefsizdir!" sözünü duyana kadar. Herkes aynı anda geri döndü, bir coşku bir heyecan "Yaşa Başbakan!".. Millet bu sözü duyunca kendinden geçti. Ben dahil.

 Teknemize dönüp eve doğru yol almaya başladık...




O gün için sadece iki şey yüzünden üzüldüm:
1- Organizasyon işleri yapan akrabalarımdan birinin sahnenin arkasında olması. Bende orda olabilirdim.
2- Kadir gecesi iftara yetişemeyince orucu zamanında açamamak oldu..

Miting ile ilgili tüm gelişmeler ilgili haber sitelerinde var. Ben sadece kendi hissiyatımı dile getirmek istedim..

Saygılar Efendim..

Allttaki fotoların çekimleri bana aittir.


2 Eylül 2010 Perşembe

Referanduma giderken

Tokyo Türk Camii
  Eşim, 'kalk ezan okunuyor, buralarda bir yerlerde cami olmalı' diye bilmem kaçıncı kez şiddetle dürtüyordu beni.

  Ezanı duyduğunu söylediği yer, Tokyo'nun Şınagawa ilçesi, Togoşhi mahallesi idi. Oysa Tokyo'da ezan okunmasa da, varlığı bilinen iki cami/mescit, çok çok uzaklarda idi.

  Doktora araştırmalarım için bulunduğum Tokyo, yakın tarihin en ağır kışını geçiriyordu. 35 metrekarelik evi klima ile ısıtamıyorduk. Çünkü depreme ve yangına dayanıklı yapalım derken izolasyon önceliği tümüyle güme gitmişti. Daha iyisi için de bursumuz yetmiyordu.

  Üstümüze yığdığımız battaniye, yorgan ne varsa sıyırıp, gecenin zemheri soğuğunda eşimin inatla duyduğunu söylediği ezanın geldiği yöne doğru seğirttim. İlerledikçe gerçekten romantik ve lahuti bir sesin daha bir yaklaştığını hissettim. Ses beni ana caddeye doğru çekti götürdü.

  Ancak bakır geceleri kırarak mütevazı evimize misafir olan ses, ne yazık ki ezan sesi değildi. Bizde de büyük şehirlerde geceleri boza satarlar ya. Buna benzer bir sesle bir Japon, 'kestane kebap' der gibi, 'tatlı patateeeeees' diye bağırıyordu. Bizdeki pazıyı anımsatan, kırmızı, uzun ve çok tatlı bir patates bu. Arabaya yerleştirilen bir dev mangalda közde pişiriliyor ve soğuk kış gecelerinde mahalle aralarında satılıyor.

  Eşime durumu zorlanarak aktardım. Çok ağladı, ağladık. Eşim 'Ezan hasretinden hasta düşeceğim, derhal Türkiye'ye dönüyorum.' dedi. Birkaç gün içinde hazırlandık. Narita Havalimanı'ndan Türkiye'ye uğurlayacağım. Dili daha yeni çözülmüş olan küçük oğlum Ahmet Furkan kucağımda, 'Baba buram acıyor.' diyerek elini göğsüne götürdü. Bu, çocuk yaşta boğazına düğümlenen erken ayrılık acısıydı. Ömrünü ana hasretiyle gurbet ellerde geçirmiş babası, elbet bu acıyı çok yakından tanıyordu. Cevap veremedi Furkan'a.
Furkan ile zaman geçirdiğimiz mahalleye tahammül edemedim. O köşede kedileri kovalamış, bu köşede bir köpeğin burnunu sıkmış, şu parkta çiçekleri kucaklamış. İşte evin önüne geldim. Burada da akşam kollarını açıp paytak paytak bana koşmuş. Yok, olmayacak, bu hatıralarla yüzleşemeyeceğim. İki gün sonra bir arkadaşımın evine sığındım.

  Ramazan...Üniversitede ofiste çalışmaya dalmışım. Meğer çoktan iftar olmuş, geçmiş. Ezansız, mahyasız, top atışıyla sessizliğin bağrına gömülen sokakları olmayan bu şehir bana istediğim havayı vermiyor. Derken telefonum çaldı. Türkiye'de öğle suları. Telefonun öteki ucundaki eşim, ağlıyor. Meğer, Furkan hasta, kırk derece ateşi var. Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü önünde. Sevk alacağı personel işleri ile oğlumuza bakacak hekimin olduğu mediko-sosyal 100 metre ileride. Ancak ne sevk alabiliyor, ne de hekime gidebiliyor. Çünkü eşimin başında bir adet, 1 metrekare ebatlarında bir 'başörtüsü' var.

  Öğrenciyi çoktan geçtik... Bir vatandaş, bir anne, çocuğu kucağında alevler içinde yanıyor, ona 'ya başını aç, ya da evladınla canın cehenneme' deniliyor. Hangi işgal gücü bunu esirlerine reva görmüştür acaba? 28 Şubatçı cunta-darbe baskıları ile YÖK çoktan, sağdan ve soldan herkesin sevdiği ve seçtiği Rektör Ömer Faruk Batırel'i istifaya zorlamış. Yerine 'atama' ile bir bayan getirmişler. Çingene'ye babasını teslim et, assın! Ali kıran, baş kesen kesilmiş.

  Eşim telefonun Türkiye ucunda, ben Tokyo ucunda katıla katıla ağlıyoruz. Çaresizlikten ona, 'Al sana ezanlı ülke, burada başına hiç böyle bir şey geldi mi?' diye sordum.

  Zaten birkaç ay sonra döndüğümde üniversite çoktan yaşanmaz hale gelmişti. Fakültenin en başarılı kız çocukları giriş kapısında yağmur altında başörtüleriyle çaresizlik içinde bekleşiyordu. Biri ile göz göze geldim. Tanıyordum. 'Benim için yapacak bir şeyin yok mu?' der gibi bakıyordu. Herkes onlardan cüzzamlı gibi kaçıyordu. Ben kaçamadım, gittim bir karanfil verdim, yanında oturdum, başını okşadım. Derken polis geldi ve 'hoca-moca dinlemem copu yersin' diye tehdit etti. 'Başındaki saçların sayısı kadar kitap okudum, kimi dövüyorsun?' deyip ayrıldım.


  Bu zulüm, kendini ev sahibi, bir milleti de kiracı ve sığıntı olarak gören zalim bir iradenin ürünü. Bir insan olarak 12 Eylül'de ben de bu irade ile hesaplaşacağım. O irade, Apo denen emperyalisti kurtarıcı olarak gören, kışlada gidip cunta brifingi alan yargıçlar diktatörlüğüdür.


İbrahim ÖZTÜRK -  Zaman

Sen ne zaman büyüdün?

Bugün hayatımın en güzel günlerinden birini yaşadım. Kendi ellerimle kardeşimi üniversiteye yazdırdım.

İki kız kardeşimin varlığını ben son bir yıldır farkındayım. Kaybettiğim tek kişi sayesinde kazandığım değerli iki insan bu cicişler. Son bir yıldır onları o kadar çok seviyorum ki..

Bugün ortanca kardeşim hayatının belkide son eğitim düzlüklerinden birine girdi. LYSınavı ile Uluslararsı Ticaret, yetenek sınavı ile de iç mimarlığı kazandı. Son iki gündür ev içinde bir istişare ortamındaydık. Kardeşim hangi bölüme gitmeli diye konuşuyoruk. Babam tarafından benim fikrim sorulduğunda ben iç mimarlık okumasını istedim. Çünkü mimarlık benim gerçekten çocukluk hayalimdi. Aile işletmemizin geleceği açısından iktisat veya işletme okumamın daha uygun olacağı görüşünde bulunuldu ve bende böyle bir karar alarak iktisat alanında uzmanlaşmaya yöneldim.

Vel hasıl istişare sonucunda kardeşim İç Mimar olmak için ilk adımlarını bugun Allah'ın izniyle atmış oldu. Bu karar alındığında sanki gidecekmişim gibi çok mutlu oldum. Hani bazen babalar çocuklarının duydukları heyecanıyla mutlu olurlar ya, evet işte aynen o duyguyu yaşadım.

Ama beni asıl heyecanlandıran konu bu değildi işte. Ben bugün gözümde bir türlü büyüyemeyen kardeşimi üniversiteye yazdırdım. Hani evebeynlerin gözünde biz çocuklar hep küçük olarak kalırız ya. Bir türlü büyüyemeyiz; aynı hisleri yaşadım işte bugün gözlerim nemli. Kardeşim üniversiteye girişinin heyecanıyla yüzünde güller açarken "sen ne zaman büyüdün ki güzelim" dedim içimden. Ben hala seni başına bir iş gelir korkusuyla yalnız başına sokağa salamazken, tek başına otobüse binmene izin vermezken sen nasıl büyüdün ki böyle? Bugün eve geri dönerken ilkokul sonda gittiğin dersanenin önünden geçtik. Daha dün gibi hatırlıyorum dersaneye gittiğin zamanı(ağlayasım geldi şuan :) Önceden gittiğin okullar hep belli kesimin gitiği okullardandı. Seni oralara gönderirken içimiz rahattı. Ama şimdi bambaşka bir çevrenin içine giriyosun canım kardeşim. Çok farklı insanlar olacak etrafında. 

Bizi kırmaktan o kadar çok korkuyosun ki sırf bu yüzden bile başarılı olacağına inanıyorum senin. Seni heyecanlandırmak için kartvizitinde iç mimar yazdığını hayal et diyordum. İnşaallah o günleri göreceğim. 

Bu heyecanında yanında olduğum için çok mutluyum. Darısı diğer minik kardeşim dido'nun başına.. Minik dediysem O'da bu sene lise 3'e gidecek inşaallah. Çok yaşlandım ben abisi.. : )

Sizleri çok seviyorum benim minik kardeşlerim!.. Hemde çok!
Daha dün bu kadardınız siz

Mimar Sinan'ca Aşk

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine bastığında, iki kişi onunla evlenmek iste...r. Mihrimah, yani Mihrü Mah, Farsca’da “Güneş ve Ay” anlamına gelir. Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır.
Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir.
Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve de Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır! Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.
Üsküdar’a, Saray’ın isteğiyle elbet, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar ve 1548’de bitirir. Camiyi yaparken, eserine sanki “etekleri yerleri süpüren bir kadının” dış çizgilerini verir.

Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan’a. Cami küçücüktür. Minaresi otuz sekiz metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse yüz 61 pencere, camiin iç güzeliğini aydınlatır. İçerdeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler Mihrimah Sultan’ın topuklarını döven saçlarını anımsatır insana. İşte, aşka adanmış iki eser.

Şimdi, gidin Edirnekapı ve Üsküdar’daki camileri aynı anda görebileceğiniz bi yer seçin. Ve 21 Mart’ta, yani geceyle gündüzün eşit olduğu günde seyreyleyin. Unutmadan, 21 Mart Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür.
Göreceğiniz manzaraysa şudur mirim:

Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar’daki camiinin ardından ay doğar! Mihrü Mah eşittir Güneş ve Ay. Bu nasıl akıllara ziyan bir hesaplamadır; nasıl bir güzellik anlayışıdır .... 

Eylül'ün bıraktığı izler

Foto by Gülale
  Bugün itibariyle yaz mevsimini de geride bırakmış olduk. Sizlerde bilirsiniz; bu yıl yaz gelmedi dedik, ramazan ile birlikte yüksek sıcaklıklara bıraktı kendini. Allah'tan işyerin de klimam var da dışarıdaki sıcaktan bi haber geçirdim.. 

  Çocukluğumda eylül ayı okulların açılma zamanı anlamına geliyordu. Bir nevi çalışan insanın pazartesi sendromu nasılsa öğrenci içinde aynı şey idi. Sevmezdim. Soğuktu. Yağmur vardı. Mont ve kazak giymeyi pek sevmeyen biriyim açıkçası. Boğarlar beni. Bot giymekten de pek haz almam. Şimdi yazarken bir yandan da aklıma geliyor. Yahu senin elinde bunlar sürüylen var, ya kış günü bunlara sahip olamayanlar?

  Bu yıl şu yaz mevsimi inanın nasıl geçti anlamadım. Ne zaman okulum taile girdi. Ne zaman Ramazan başladı ve bitiyor? Günler çabuk geçiyor, tehlikenin farkında mısınız? :)

  Ama şu bir gerçekçi geçen yıla nazaran çok masumane geçti bu yaz mevsimi. Geçen yıl çok canım yanmıştı. Çok günlerim heba olmuştu. Çokca sağlık sorunları yaşamıştım. 2009 yılını bu yüzden yaşamımın sonuna dek hayırla yaad edeceğimi sanmıyorum. :) 
  Kötü günlerim çokça oldu evet ama pozitif geçen zamanlar negatifleri bastırmış oldu benim gözümde. Görünürde tek kişi kaybettim ama çokca insan kazandım. Kendime zaman ayıracak çokca vakit bulabildim. Arkadaşlarımla çokca vakit geçirdim. Çok iyi dostluklar edindim. Manevi hayata daha fazla sarıldım. Bazı vazgeçilmez sandığım şeylerden vazgeçtim. Bir yıl daha yaşlandım...

  Geçmişin geçmişte kalması gerçekten mutluluk verici. 

  Bu yıl istediğim kadar kendimce planlar yapayım, istediğim kadar hayaller kurayım yine herşeyim yüce Yaradan'a kalmış. Geçen yılki yaz ayından bana kalmış yegane güzelliklerden biri de tam iman etmiş olmak. Yani eğer başıma kötü bişi gelmiş ise bu kesinlikle benim yüzümden sahip olduğum günahlara karşılık olarak bana verilmiş olan şeydir. Eğer başıma güzel bir şey gelirse buda  kesinlikle Rabb'imin bana güzel bir lutfudur.

 Babamın hepbana söylediği güzel bir söz vardır: "İnsan hayal eder, kader güler. :)" Babam hep bu sözden sonra gülümser bana, o yuzden gülücük de koydum. Konudan konuya nasıl atladığımın farkında değilim. Açıkcası umrumda da değil hani. Zaten kendimce şunu keşfettim ben bir şeye bağlı kalarak bir şeyler oluşturamıyorum. Benim tüm hayatım doğaçlama üzerine buna eminim.

 Yüce Rabbim'den temennim hayatımın geri kalanı benim için en hayırlı şekilde geçer..

Allah'a emanet olun...

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Milyarder Olma Sanatı - Bölüm 1

    Chrysler'in ünlü CEO'su Lee Iacocca biyografisini konu alan kitaptan bazı alıntılar yapmıştım daha önce. Şimdi bu alıntılarımı yazı ortamına döküyorum. Ve bölüm bölüm buradan yayınlayacağım.

Iacocca hakkında bilgi için buraya ve buraya tıklayabilirsiniz.

- “Koşmak varken niye yürümeli?”

- “Senden güçlülerle dövüşme. Yumruk yerine aklını kullan.

- “Ev ödevi olarak her hafta beş yüz sözcüklük bir kompozisyon yazdırırdı. Düşüncelerimizi yazıyla ifade etmeyi böyle öğrendik.”

- “Parlak fikirlerin olabilir, ama bunları karşındakine iletemiyorsan tartışmayı kaybedersin.”

- “Sıkıntılar insanları birleştirir.”

- “Hangi konuda olursa olsun, başarıya ulaşmanın sırrı, dikkatini o işe vermek ve zamanı iyi kullanmaktır. Hafta aralarında çok çalışır, hafta sonlarını da aileme ve eğlenceye ayırırım. Büyük bir sorun olmadıkça Cuma geceleri, cumartesi ve Pazar günleri çalışmam. Pazar geceleri ise, o hafta gerçekleştirmek istediğim şeylerin bir özetini çıkarır, kendimi işe hazırlarım.

- “Zamanınızı iyi değerlendirmek istiyorsanız, önce en önemli işlerin neler olduğunu belirlemeli ve enerjinizi bu konulara vermelisiniz.”

- “İş yaşamında iş bitirici olmak için, hangi konuya öncelik tanınacağını iyi bilinmesi gerekir.”

- “İş yaşamında ise programınızı aylara, hatta yıllara göre hazırlamanız gerekir.”

- “Okulda pek çok şey öğrenebilirsiniz, ama yaşamda sizi başarıya ulaştıracak pek çok becerinizi kendiniz geliştirmek zorundasınız.”

- “Psikolojik ve anormallik psikolojisi dersleri..”

- “Çalışkanlık ve karar verme becerisi. İşe alacağınız kişi tuttuğunu koparan birimi? Karar verme vakti geldiğinde çabuk harekete geçebilecek mi? Erkekleri oğlan çocuklarından ayıran nitelikler bunlardır.”

- “Çoğu okur yazıları okumaz, başlıklara bir göz atmakla yetinir.”

- “Staj programına göre, şirketin her bölümünde birkaç gün yada bir hafta çalışacak. Staj sona erdiğinde otomobil yapımının bütün evrelerini yakından görmüş olacaktık.”

- “Satıcılığın hünerlerini öğrenmek zaman ve çaba gerektiren bir iştir. Bazı gençler bunu anlamıyor. Başarılı bir işadamı görünce, onun bir vakit ne hatalar yapmış olabileceğini düşünmüyorlar bile. Hata yaşamın bir parçasıdır, ondan kaçamazsınız. Çok pahalıya mal olacak hatalar yapmamayı, aynı hataya iki kez düşmemeyi dileyebilirsiniz ancak.”

- “Ülkemizde otomobil ticaretinin temel taşı bayilerdir. Ama şirketle iş ilişkileri olmakla birlikte, Amerikan girişimciliğinin özünü onlar oluşturur, kapitalist sistemin yüreği onlarda atar. Ve tabii, fabrikadan çıkan arabaları piyasada satanda onlardır.”

- “Bu işte başarılı olmak isteyen, ekip çalışmasına önem vermelidir. Yani ana şirketle bayilerin aynı takımda oynamaları gerekir. Ne yazık ki pek çok yönetici bunu kavrayamıyor. Kendilerine değer verilmediğini gören bayilerde şirkete güceniyorlar. Oysa şunu bilmek yeter: Bir şirketin asıl müşterisi bayilerdir. Böyle olduğu için, işittikleriniz hoşunuza gitmese bile, bayileri dikkatle dinlemek zorundasınız.”

- “Murray’ın küçük oyunlarından biri, müşteriye araba aldıktan bir ay sonra telefon edip, -Dostlarınız arabayı beğendiler mi?- diye sormaktı. Zekice bir buluştu bu. Müşteriye arabasından memnun olup olmadığını sorarsanız, arabada bir aksaklık olduğu kanısına varabilir. Oysa dostlarının ne dedikleri sorulunca, arabasından memnun olduğunu söylemek zorundadır.”

- “Eğer gerçekten açıkgöz bir satıcıysanız, müşteriden dostlarının adlarını ve telefon numaralarını da rica edersiniz.”

- “Bir insan bir şey satın aldıysa – ev,araba,tahvil, ne olursa olsun- ilk birkaç hafta boyunca kendinden hoşnuttur. Faka basmışsa bunu sonradan anlar.”

- “Satıcının, satışla sonuçlanacak uygun sorular sorup, müşteriyi yönlendirmesi gerekir. Adam kırmızı bir spor araba istiyorsa, onu satarsınız elbet. Ama çoğu müşteri ne istediğini bilmez, satıcının görevi ona yardımcı olmaktır.”

- “Sen paraya bak evlat. Başka her şeyi boşver. Kar devrinde yaşıyoruz, gerisi hava.”

- “Bir insanın tek avantajı mantığı ve sağduyusudur. Yoksa maymundan farkımız kalmazdı. Unutma; at daha güçlüdür, köpekse daha cana yakın. At pisliğini vanilyalı dondurmadan ayıramıyorsan, ki ayıramayan çoktur, olduğun yerde sayacaksın demektir.”

- “Toplantılarda bazen söz alır, arabaların son zamanlarda niye satmadığı konusunda son zamanlarda duyduğu bahaneleri bir bir sayar, böylelikle ileride aynı bahanelerin öne sürülmesini engellerdi. Başarısızlıklarını cesaretle karşılayabilenlerine saygı duyar, her başarısızlığa bir özür bulanlara, yeni bir savaş başlamışken aklı hala önceki savaşta olanlara kızardı. Charlie bir sokak savaşçısı ve strateji uzmanıydı. Hep bir sonraki savaşı nasıl kazanacağını düşünürdü.”

- “Ama bir işi ne kadar çok yaparsa, o konuyu o kadar iyi öğreniyor insan.”

- “Birincisi, çok hızlı konuşuyorsun, biraz yavaşla. İkincisi de Güney’liler adını beğenmeyeceklerdir. Onlara küçük adını Iacocca, soyadının da Lee olduğunu söyle. Küçük adını biraz garip bulduğunu eklemeyi de unutma.”

- “Yaptığınız işe inanıyorsanız. Önünüze çıkan engeller sizi yıldırmamalı.”

- “Terslikleri yaşamın bir cilvesi olarak görmek, doğal karşılamak gerekir.”

- “Söyleyeceklerinizi ve yapacaklarınızı önceden prova etmeden müşterinin karşısına asla çıkmayın.”

- “Bir yönetici, kraldan fazla kralcı ve fildişi kadar lekesiz olmalıdır.”

30 Ağustos

30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun.. Şanlı Türk Bayrağımzı kanlarıyla boyayan Şehitlerimize Selamlar Olsun..!

Pakistan'ı Unutma!..

İFRC Flickr Foto Albüm
Hepimiz iyi biliriz.. Kurtuluş savaşı zamanında Pakistan Halkının Türkiye'ye nasıl yardımlarda bulunduğunu. Kadınların ellerinde bulundurdukları tüm altınları gözünü kırpmadan nasıl yardım amaçlı gönderdiklerini. 

Pakistan şuan hayatının en büyük sınavını vermekte. Ülke sel felaketiyle maddi manevi açıdan çok zor durumda. T.C. devleti ve birçok yardım kuruluşu yapılan bağışları şu saatlerde Pakistan'a ulaştırmaya çalışıyor.
Şimdi sıra bizde! 

Ben gönderdim sıra sende..



Tüm operatörlerden 2868'e boş mesaj atarak Türk Kızılayı'na 5 TL'lik yardım da bulunabiliriz.

Duyarsız kalma. Kardeşine Sahip Çık!

27 Ağustos 2010 Cuma

Yeminimden dönmedim, Mutluyum!

Farkındayım her yeni yazıda biraz daha blog konusu dışına çıkıyorum, ama olsun yazma alışkanlığı kazandığımı düşünüyorum.. 3 yıldır üniversitede bi deftere sığacak kadar yazı yazmadığım düşünülürse iyi yoldayım sanırım.. : )

Tribün zamanlarımda twitterdan @mfiraz ile
Başlık, taraftarı olduğum Fenerbahçem ile ilgili. Geçtiğimiz 5 sene boyunca takımımı tribünde desteklemek için maraton alttan bir kombine sahibiydim. Geçen sezon son maçta kaybettiğimiz o trajik Trabzonspor maçında da trübündeki yerimi almıştım. O maçta kaybedince babam,amcam ve yeğenler bir yemin etmiş Aziz yıldırım gitmeden bir daha kombine almamaya söz vermiştik. Sezon başı aziz gitmeyince kombinemizi yeniletmeyi askıya aldık. Ne kadar doğru bir karar aldığımız şimdi anlıyorum. Evet aziz başkan fenerbahçeyi bir yerden bir yere kadar getirdi. Ama futbol ile inşaat işini bir türlü ayıramadı. Geçenlerde bir gazetede röportajında şöyle diyordu.. "(Sapancadaki tesisleri kastederek) Buraya yatırdığım parayı bir futbolcuya yatırsaydım para değerini bu kadar arttırmazdı.." Evet zaten Guiza gibi bir futbolcuyuda takıma monte eden benim.. Yada maldonado, josico.. Bu takıma iyi transferler yapabilen bir Hakan Bilal Kutlualp'i kulübün dışına itmişsin ve yaptığın transferler ortada. Sezon başında Beşiktaş Quaresmayı alıp Demirörenin "Süperlige yüzyılın transferini yaptık!." diye söyleyince gülmüş 3 tane kimsenin Türkiye'ye getiremeyeceği yıldız sözü vermişti. Gelenler ortada.. İyi futbolcular doğru ama geliş zamanlaması yanlış. Maçlar bittikten sonra futbolcu getirsen neye yarar...
Velhasıl yinede Aykut hocadan umudum var. Çünkü bu takımın parasını yemeyi hak etmeyen futbolcuları bir bir gönderdi. Bence sırada ne kadar iyi niyetli olsada selçuk, baroni,bilica,ilhan eker ve gökhan ünal olmalı.. Bu futbolcuları gönderdikten sonra gözümde bir kat daha büyüyecek Aykut hoca, isterse küme düşssün umrumda değil..

Sonuçta transfer döneminin bitmesine şurda bir kaç gün kaldı, aziz yıldırım isterse  bu takıma Messi'yi getirsin o gitmeden stada girmeyi düşünmüyorum..
Bazı bazı arkadaşlarımıda götürürdüm, böyle saha kenarından maç izlerdik

26 Ağustos 2010 Perşembe

Genç Kalmanın Sırrı

Evvel zaman içinde Memleketin birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış. Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış. “Bu gençliğin sırrı nedir” diye.

İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya…

Ama sorular sık, soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki. Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca herkese. Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine.

“Bu davette size sırrımı açıklayacağım” demiş. Herkes merakla davete gelmiş.Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş.Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş.

Herkes konu ne zaman açılacak diye merak ederken adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş.

“Hatun , şu kilerden bir karpuz getirirmisin bize sana zahmet!..” Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş. Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da : ” Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka getirir misin bir zahmet” demiş. Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş.Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş. “Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin” demiş. Başka istemiş?. Bu böylece dört sefer daha tekrarlanmış . Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş?.

Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedicik sormuş. “Eeeee?.

Arkadaşlar işte benim gençliğimin sırrı burada anladınız mı?” Herkes birbirinin yüzüne bakmış.Kimse bişey anlamamış.. “Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!”

Dedecik gülmüş. “Efendiler” demiş “O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu.Bir kere bile (aman be adam, delimisin nesin şu tek karpuzu ne taşıtttırıyorsun bana defalarca…) demedi. Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi. İşte bütün bu gençliğimi hanımıma borçluyum.”

“Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor duruma düşürmeyiz. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız. Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz. Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız. İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız.” .Demiş..

Rabbim bizleri genç kalmamızı sağlayacak eşler nasip eder inşaallah..:)

Kaynak

Zeki Olunca;

New York’ta bir bankanın önünde duran son model RollsRoyce otomobilden inen adam, hızlı adımlarla bankaya girdi ve önüne çıkan ilk görevliye, bireysel kredi icin başvuruda bulunmak istediğini söyledi. Görevli onu, müşteri temsilcisine götürdü. Adam, çok acele bir iş için Avrupa’ya gitmek zorunda olduğunu ve bu nedenle bir hafta vadeli beş bin dolar krediye gereksinim duyduğunu söyledi.

Müşteri temsilcisi kısa bir araştırma yaptıktan sonra döndü. “Ticarî ve malî sicilinizi inceledik. Bu krediyi almanız için bir engeliniz yok” dedi ve ekledi: “Fakat bir konuyu belirtmeliyiz. Bizim bankamızla daha önce hiç çalışmamışsınız. Banka olarak sizi resmen tanımıyoruz. Bu nedenle, söz konusu krediyi verebilmemiz için karşılığında sizden bir teminat almak zorundayız.” Adam cebinden RollsRoyce’un anahtarını çıkardı, bankanın müşteri temsilcisine uzattı: “Cok acelem var, uçağa yetişeceğim” dedi. “Kapıdaki Rolls Royce’umu teminat olarak alabilirsiniz.” Kredi işlemleri çok hızlı bir biçimde tamamlandı. Banka Rolls Royce otomobili bankanın garajına çekti, adama da beş bin dolar krediyi verdiler.

Müşteri temsilcisi, kişisel merakını gidermek için bir hafta boyunca özel bir araştırma yaptı ve bankalarının bu yeni müşterisinin çok büyük bir iş adamı ve çok büyük bir servet sahibi olduğunu öğrendi. Bir hafta sonra adam yeniden gelip, borcunun ana parası beş bin dolarla, bir haftalık faizi dokuz buçuk doları ödedikten sonra, müşteri temsilcisi bir türlü yenemediği merakının dürtüsüyle sordu: “Sizin, çok büyük bir iş adamı ve çok büyük bir servetin sahibi olduğunuzu öğrendim.” dedi. “Yalnızca kişisel merakımdan soruyorum. Lütfen söyler misiniz, sizin için çok küçük bir miktar olan beş bin dolarlık krediye neden gereksinim duydunuz?” Adam hafifçe gülümsedi: “Siz de bana lütfen söyler misiniz?” dedi. “Böyle lüks bir otomobili, New York’ta hangi kapalı garaja, bir hafta boyunca dokuz buçuk dolara bırakabilirsiniz?!”

Para kazanmak sadece çalışma ve hırsla olmaz, zeka da gerekir.. :)

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Dragon's Den artık Türkiye'de

Dragon's Den'i tv'de ilk izlediğim zaman bloomberg tv'nin türkçe yayınla Türkiye'de yayın yaptığı ilk günlerdi. O zaman yalnızca -yanlış hatırlamıyorsam- ingiliz versiyonu yayındaydı. Program başından sonuna kadar heyecanlı bir film izlermiş gibi başından kalkmadan izlediğimi biliyorum.

Tv'de her zevk ve ihtiyaca göre çeşitli programlar seyretmek mümkün. Benimde zevkim DD gibi yarışma programlarına kayıyor. Bir zamanlar CNN Türk televizyonunda çırak isimli bir yarışma programı daha vardı. Onu da, yabancı versiyonlarını da çokta kez izlemiştim.

DD'den kısaca bahsetmek gerekirse; girişimci ruha sahip bir yarışmacı kafasındaki plan ve proje ile dört kişilik bir jürinin karşısına geçip sunum yapıyor. Burada önemli olan yaptığı sunumu jüriye kabul ettirip kuracağı şirketten juriye hisse satarak kendine yatırım için gerekli olan kaynağı yaratmak. Bu programın benim açımdan iki güzel yanı var. Birincisi yaptığınız proje juri tarafından uygun görülmezse bilin ki siz kendi başınıza girerseniz pek bi getiri sağlamayacak. Gözüm kara projeme inanıyorum derseniz o ayrı tabi. İkinci güzel yanı şayet projenizi kabul ettirirseniz, şirket hissedarlarınız Türkiye iş dünyasının en iyilerinden birileri olacak ve bu şekilde kapılar size daha kolay açılacak.

Girişimci ruhu desteklediği için ülkemize de katkıları son derece pozitif yönde olacak bir program. Uzun soluklu olmasını temenni ediyorum. Reyting kaygısı olmayacak, programa uygun bir ekonomi kanalında olacak olmasıda ayrıca güzel...
Buradan siteye ulaşabilirsiniz..

24 Ağustos 2010 Salı

Merhaba;

 24 ağustos 2010 tarihi itibariyle "Heyonomi" ismi ile blog dünyasına adım atmış bulunuyoruz. En baştan söyleyebilirim ki ilk amacım insanlığa faydalı bir şeyler sunmak veya binlerce takipçi tarafından takip edilmek değil. İlk amacım yazma alışkanlığımı kendime kazandırmak.

Peki ne alaka "Heyonomi".. İsim olarak ilk niyetim NomiBlog idi. Ekonomiden gelen nomi çok tatlı ve akılda kolay tutulabilecek bir isimdi bana göre. Fakat ne yazık ki NomiBlog ismini biri benden daha önce almış. Heyonomi ismi bir gece yatarken aklıma geldi. Heyecandan gelen bir enerji ile yine ekonominin Nomi'ni birleştirerek bu isimde kendimce karar kıldım.
Google'da Heyonomi yazarsanız karşınıza bu siteden başka hiç bir şey çıkmayacaktır:) Google'da bile çıkmayacak bir site ismim var..

Bir iktisat öğrencisi olarak blogda yazmak istediğim konular genellikle iş dünyasına dair olacak. Bunlar roportajlar, dünyadan ve ülkemizden de çeşitli haberler olabilir. Açıkcası eğer yazma alışkanlığımı kendime kazandırabilirsem her türlü şey yazmaya çalışabilirim..

Heyonomi Blog'un tüm okuyucularına faydalı olması temennisiyle..